Çocukluğumda gazetelerden Fenerbahçe'yle ilgili haberleri, fotoğrafları kesip saklardım. O zamanlar internet diye birşeyin icat edileceğinden habersizdim elbette. İstediğim her bilgiye bir tıkla ulaşamadığımız yıllardı. Tek bilgi kaynağım evimize hergün giren Hürriyet gazetesiydi. Ne yalan söyleyeyim Gelişim Spor'dan da haberim yoktu. Zaten ben 11 yaşındayken yayın hayatı bitmişti derginin.
Futbolu daha iyi öğrenmek adına yapabildiğim tek şey Ümit Urartu'nun "Futbol" isimli kitabını almak olmuştu. O kitabı aldığım günün üzerinden tam 15 yıl geçti. Artık her türlü bilgiye parmağımı hareket ettirerek ulaşabiliyorum.
Ama hala eksik olan birşeyler vardı. 2 yıl önce şubat ayında Autocar Dergisinde gördüğüm bir reklamla eski günlerime geri dönme umudum belirmişti. Four Four Two dergisi Türkiye'de diyordu reklamda. Bugün 24. sayısını aldım derginin. "Zaman ne kadar çabuk geçiyormuş"un bir örneğini daha yaşamış oldum sayelerinde.
İlk sayısında nostalji bölümüne vurulmuştum. Her halukarda dergiyi almaya devam edecektim belki ama Coşkun Çelik'in kaleminden çıkan nostalji yazıları beni dergiye bağlayan temel etkenlerden biriydi.
24 sayısını da saklıyorum Four Four Two'nun. Biliyorum artık herşey bana bir tık uzaklıkta. Biliyorum futbol çok değişti artık. Ama ben futbolun sadece oyun olduğu o eski günlerdeki tadı arıyorum. Ve aradığım tadı bu dergide buluyorum. Çünkü bu dergide sadece futbol var.
Yeri gelmişken Banu Yelkovan'a; "Tanrı Four Four Two'ya ve minik Aras'a uzun ömürler versin" dileklerimizi iletelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder