8.07.2008

Tahammülünüz Var Mı?

Tahammülünüz var mı derken kimse yanlış anlamasın, tamamen tahammülsüz değiliz. Ama konu başarısızlık olunca kimseye acımayız. Anında uçururuz kellesini. Ne de olsa Fenerbahçeliyiz, bir nevi Real Madrid ekolüyüz.

Zico takımını 2. yılında şampiyon yapamadığı için evine gönderilince ben de 2000'den bu yana Şampiyonlar Ligi şampiyonu olmuş yani "başarılı" teknik direktörleri araştırdım. Kim kaç yılda başarıyı yakalamış, sabırsızlar neler yapmış göreyim istedim.

Son şampiyon Alex Ferguson artık herkesin malumu. İlk 7 yılında şampiyon olamadı. Neyseki 5 yıl sonra bir FA kupası kazandı da kelleyi kurtardı. Sonrasında tarihin en başarılı United'ını yarattı.

2007 yılının şampiyonu Ancelotti 2001'den beri Milan'da. İlk Serie A şampiyonluğunu ancak 2004'te yaşayabildi.

2006'da şampiyon takım Rijkaard'ın Barcelona'sı idi. Adamlar Rijkaard'a bile 5 yıl sabrettiler ya helal olsun. İlk 3 yılında ne lig ne şampiyonlar ligi kazanabildi. 2006'da duble yaptı. Geçen sezonki berbat durumdan sonra güle güle dediler.

2005'te turnuvaların adamı Benitez vardı malum finalde. Benitez, 2004'ten beri Liverpool'un başında. O'nun için Premier Lig şampiyonluğu hala Kaf Dağı'nın öteki tarafında. Bu yıl takımdan gönderilmesini bekliyorduk ama nedense göndermediler!

2004 belki de bu serinin tek istinası. Futbol dünyasının istisnası Mourinho, Porto'nun başında 2 yıl kaldı. İlk yılında lig şampiyonu ve UEFA Şampiyonu - bir de Portekiz Kupası var-, ikinci yılında şampiyonlar ligi şampiyonu oldu. Böylesi bir daha görülür mü bilemiyorum.

2003'te yine Ancelotti vardı sahnede.

2002'de son 10 yılın Real Madrid'de en uzun süre teknik direktörlük yapma rekorunu elinde bulunduran Del Bosque şampiyon oldu. 1999-2003 yılları arasında görevde kaldı.2000'de şampiyonlar ligi şampiyonu, 2001'de İspanya Ligi şampyionu oldu, 2002'de yine şampiyonlar ligi şampiyonu, 2003'te yine lig şampiyonu oldu.

Del Bosque'den sonra Real Madrid'e, 6 yılda 8 teknik adam uğradı. Sonuçları hepimiz biliyoruz.

2001'de Bayern Münih sahnedeydi. Ottmar Hitzfeld 1998'de göreve gelmişti. 1999,2000,2001,2002'de Bundesliga şampiyonu oldu. 2004'ün sonuna kadar takımının başında kaldı.

Şampiyonların hikayeleri böyle. Ders çıkaran birileri bulunur mu bilemem...

6.07.2008

Kadınlar Ligi Kurulsun


Blogumu takip edenler elimden geldiğince kadın futbolu üzerine yazılar yazdığımı da bilirler. Her hafta Türkiye Bayanlar Futbol Ligi sonuçlarını yayınladım bu satırlardan.

Konumuza gelelim. Erman Toroğlu perşembe günkü yazısında Bedri Baykam'la olan diyaloğunu yazmış.

"CUMHURİYET Gazetesi'nde Bedri Baykam yazmış. "Kadınlar Ligi kurulsun, gerginliğin havasını alalım. Erman Toroğlu da bu maçlara yorum yapmaktan kendini esirgemesin" diye.

Sevgili Baykam. Olsun, kurulsun, seve seve yaparım".

Diyelim Bedri Baykam Türkiye'de bir kadınlar ligi olduğunu bilmiyor. Yıllardır bu ülkede spor yazarlığı yapan Erman Toroğlu da mı bilmiyor? Bir kere bile Türkiye Futbol Federasyonu'nun sitesini tıklamamış olabilir mi?

Terliklere dikkat


Geçen sezon Süper Kupa finalinin ardından kupa törenine terlikle çıkan Roberto Carlos da eleştirilmişti. Beşiktaşlılar bu olayı saygısızlık olarak nitelemiş, Mehmet Demirkol "Şortun altına giyilebilecek en uygun şeyin terlik" olduğunu söyleyerek oyunu Carlos'tan yana kullanmıştı.

Bu defa terlik olayı Fenerbahçe'deki gibi atlatılamadı. Büyük takımların kamplarında disiplin kuralları çok sıkı uygulanır. Terlik konusundaki hassasiyeti hepimiz biliyoruz zaten. Beşiktaş'ın iki kaptanının yumruk yumruğa kavga etmesine sebep oldu bu zavallı ayak giyecekleri. Toraman'la Üzülmez'in arası 2 yıldır açıkmış. 2 yıldır takımda bu insanların arasını düzeltecek kimsenin çıkmaması da işin ilginç yanı. Futbolcuların yaptığını tabi ki onaylamıyorum ama oyuncuları kadro dışı bırakmak bana biraz kolaycılığa kaçmak gibi geliyor. O'nun yerine 2 ay PAF takımla idmana çıkma cezası verilse herkes için daha hayırlı olabilirdi.

Bu arada Sinan Engin'in Beşiktaş'taki görev tanımını bilen var mı?

Futbolun Gücü


Bu yıl hem milli takımımızın hem de Fenerbahçe'nin Avrupa serüveni için çoğumuz "film gibiydi" benzetmesi yapmıştık. Futbolla ilgili bir film yapalım desek herhalde yaşadıklarımızdan daha iyi bir senaryomuz olamazdı.

Euro 2008 bitti, ligin başlamasına henüz çok var. Ben de futbolsuz günleri, futbolsuz geçirmemek adına bu oyunla ilgili yapılmış filmleri seyredeyim dedim. Bugün Michael Apted'ın " The Power of The Game" adlı filmiyle sanat dünyasına da el atmış bulunmaktayım.

Belgesel 2006 Dünya Kupası'ndan önce başlıyor. Önce, Almanya'nın turnuvaya ev sahipliği yapmaya hak kazanması, Güney Afrikalıların üzüntüsü, ardından 2010 Dünya Kupası'nı organize etmeye hak kazanan Güney Afrikalıların yaşadıkları çılgınca sevinç anlarını görüyoruz. Sonrasında futbolun görmediğimiz yönü kendini gösteriyor. İranlı kadın futbolcuların futbola nasıl sıkı sarıldığını, İranlı kadın spor yazarının ağzından dinliyoruz. Futbol için katlandığı zorlukları, bunları yenmek için harcadığı çabaya hayran kalıyoruz. Önemsenmez, kaale alınmazken sadece stadyuma girebilmek için bile çırpınması, kabul görmeyi başarması ve yılmaması O'na olan saygımızı arttırıyor.

Amerika, Almanya, Arjantin, Güney Afrika, İran ve İngiltere’ye gidip 2006 Dünya Kupası öncesi neler yaşandığını izliyoruz. Futbolun nasıl yoksulluğa çare olduğunu, yüzlerce çocuğa umut olduğunu izlerken yüreğimiz burkuluyor.

Futbolun en çirkin yönü ırkçılığı görüyoruz belgeselde. Almanya'nın kendi ülkelerinde bununla nasıl başa çıkmaya uğraştıklarını izliyoruz.

Güney Afrika'da futbol sayesinde, Dünya Kupası sayesinde ülke içindeki ayrılıkçı düşüncelerin bir anda silindiğini görüp şaşırıyoruz. Onların şu anda düşündükleri tek şey var: Almanya'dan daha güzel bir organizasyon yapabilmek.

Neticede, pek eğlendirmese de güzel bir film. İzlemeye değer.