4.04.2008

Ziiicooo, Zicoooo


Aziz Yıldırım'ım yaptığı en büyük hatalardan biriydi O'nu teknik direktörlüğe getirme şekli. Capello olmadı, Scolari gelmedi, mecbur Zico'yu getirdik havası yaratıldı o günlerde. Dünyanın en iyi futbolcularından birine, futbolun içindeki herkesin saygı duyduğu (saygı gösterdiği değil saygı duyduğu, samimi içten gelen bir saygı) bir futbol adamına bu şekilde yaklaşmak herşeyden önce ayıptı.

Geçen yıl tribünler Zico istifa sesleriyle inledi. O, Olur böyle şeyler diyerek geçiştirdi durumu. Takımını şampiyon yaptı. AZ Alkmaar'a şanssız bir şekilde elenerek Avrupa Kupaları'na veda etti. Sezon sonu Zico gitsin diyenler yine çoğunluktaydı. Öyle ya "kariyerli" bir hoca gerekliydi Fenerbahçe. Eğer teknik direktörün adı Zico olmasaydı Roberto Carlos Fenerbahçe'yi tercih eder miydi acaba?

Bu sezon, henüz ligin 5. haftasındayken bir kez daha duyduk istifa seslerini. Sebep basitti: Çaykur Rizespor'la berabere kalınmıştı. O yine sustu.
Ama Sevilla'yı eledikten sonraki her maçta taraftarın kendi lehine yaptığı tezahüratları kibarca geçiştirerek küskünlüğünü de belli etmedi değil.

O'nun başarıya olan alışkanlığı ve bundan gelen soğukkanlılığı Şampiyonlar Ligi'nde Fenerbahçe'nin en önemli avantajlarından biri oldu. Zor anlarda ekibin lideri sakinliğini ve kendine güvenini koruduğunda ekip de liderin ruh halinden etkilenir. Fenerbahçe'nin kendine güveni, Zico'nun özgüveninin bir yansımadır.

Zico hala delicesine eleştiriliyor. Teknik direktör eleştirilir, İngiltere'de eleştiriliyor, İspanya'da da, İtalya'da da. Derdim bu değil. Ama birgün de bu güzel insanın hakkını veren birileri çıksın. Zico, Daum gibi başarısızlıkta futbolcularını basın önüne atan biri olmadı hiç. Başarıda kendini ön plana çıkarmamayı tercih etti. O kadar alışkın ki başarıya, o kadar tatmin olmuş bir egosu var ki böyle şeylere ihtiyaç duymadı.

Sivasspor deplasmanında, Japonya'dayken edindiği ısıtıcıları muhabire hediye etmek istediği için seviyorum Zico'yu. Fenerbahçe gol attığında, "karizmama zarar gelmesin" düşüncesine girmeyip hepimiz gibi zıplayıp hopladığı, Volkan Ballı yerine Samet Güzel'e sarılarak gol sevinci yaşadığı için seviyorum. Herşeyden önemlisi bize katlandığı için, bizlere bu başarıları yaşattığı için seviyorum O'nu...

Değişim


Değişmeyen tek şey değişimdir lafı belki sadece futbolda geçerliliğini yitirir. Kendimi bildim bileli futbolseverim ama birkaç kıvılcım dışında sürekli değişimi bir türlü yaşayamadık futbolumuzda. Hele ki Fenerbahçe'de. Avrupa Kupaları zaten hayaldi. Ligde de 3000 kişiye futbol oynanan günler oldu. Aydınspor maçları hala hafızamda. Sigma Olomouc, Cannes maçları keza. Bir türlü olmuyordu, bir türlü değişim gerçekleşmiyordu. Belki çoktan kaderimize razıydık da yüksek sesle dile getiremiyorduk.

Büyük düşünmek değişimin ilk şartıymış aslında. Ne zamanki hedefler büyüdü, işler de değişti. Sevilla'yı elemek büyük bir olaydı hepimiz için. Chelsea'yi elemek Alice Harikalar Diyarı'nda etkisi yaratacak, eminim.

Dünyanın sayılı zenginlerinden birinin milyonlarca dolar harcayıp kurdğu bir takıma karşı galip gelebilmek... Hem de kendi kalene gol atarak yenik duruma düştükten sonra...Bu sezon oynadığı tüm Şampiyonlar Ligi maçlarında toplam 2 gol yemiş olan rakibine 45 dakika içerisinde 2 gol atabilmek...En önemlisi kaybetmeyi kabullenmemek... Çeyrek finale yükseldim bana yeter dememek...

Galiba Fenerbahçe gerçekten değişiyor...

3.04.2008

Edu mu Aurelio mu?


UEFA'nın sitesinden bir görüntü. Aurelio, Drogba ile mücadele ederken diye bir başlık atmışlar.
Tam da artık bütün dünya bizi tanıyor moduna geçmişken, bu yapılır mı?

Gözümle Gördüm


Gözümle görmesem inanır mıydım bilmiyorum.
Vallahi de şaka değil gerçek.

Fenerbahçe yine yenik duruma düştü.
Yine bir süre bocaladı.
Ve yine başardı.

Chelsea, Sevilla gibi şuursuzca saldıran bir takım değil.
Maç öncesi beni korkutan en önemli özellikleriydi kontrollü oyunları.
Her zamanki gibi defansı hep sağlam tuttular. Zaten şampiyonlar liginde toplamda 2 gol yemişlerdi.
Gökhan ve Carlos'un yokluğunda zayıflayan Fenerbahçe kanatlarını iyiden iyiye zorladılar.
Kısa ve sürekli paslarla ceza sahasına girme alışkanlığı olan Fenerbahçe'yi ceza sahalarına yaklaştırmadılar.
Uzaktan şut atmak gerekiyordu, ona da pek imkan tanımadılar.
Çok net gol pozisyonları buldular. Volkan'ı kahraman yaptılar.

Herşeye rağmen Fenerbahçe mücadeleyi hiç bırakmadı.
Hhiçbir futbolcu bizden bu kadar demedi.
Belli ki herkes yarı finale çıkmayı kafasına koymuştu.
Asıl konuşmamız gereken bu bence.
Kimse geldiği noktayı yeterli bulmuyor takımda.
Herkes mücadelesine canla başla devam ediyor.
Eğer bu takım yarı finale kalırsa, en önemli sebeplerden biri bu olacaktır.

1.04.2008

Kadınlar Futbol Ligi'nde 10. Hafta

Kadınlar Futbol Ligi 10. Hafta karşılaşmaları hafta sonu oynanan maçlarla tamamlandı. Sonuçlar şöyle:

A Grubu
29 Mart 2008 14:00
Sakarya Güneşspor 2-0 Ümraniye Mevlana Lisesispor
30 Mart 2008 14:00
Düvenciler Lisesispor 4-22 Zeytinburnuspor

B Grubu
 
29 Mart 2008 13:00
Kdz.Ereğlispor 4-1 Eskisehirspor Lisesi Spor
30 Mart 2008 13:30
Bursa Saglikgücü Gençlikspor 4-0 Marmara Üniversitesi Spor

C Grubu


Gazi Üniversitesispor 3 - 0 Soyaspor
30 Mart 2008 13:00
Malatya Gençlik ve Spor 1-0 Trabzon İdmanocagi

D Grubu
30 Mart 2008 12:00
Adana İdmanyurduspor 6-2 Mersin Gençlerbirligi
30 Mart 2008 13:00
Mersin Camspor 6-2 Elit Çimenspor

E Grubu
30 Mart 2008 12:00
Antalyaspor A.S. 0-3 Mersingücü Cengiz Topelspor
30 Mart 2008 13:00
Hatay Dumlupinarspor 0-6 Konak Bel.





31.03.2008

100. Maç


Fransa-İngiltere maçıyla ilgili yazımda da belirttiğim gibi Stade de France tribünlerindeki herkes David Beckham'a inanılmaz bir sevgi gösterisinde bulundu. Oyundan alınırken sadece İngilizler değil Fransızlar da dakikalarca alkışladılar. İtiraf etmek gerekirse ben de Beckham'ın fazla şişirilmiş bir oyuncu olduğunu düşünenlerdenim. İster büyük futbolcu deyin, ister pazarlama harikası deyin, bir futbolcunun 100. milli maçında dünyanın en güzel statlarından birinde hem de ezeli-milli rakipleri tarafından bu denli saygı görmesi büyük bir olay...

Bursa-Ankaragücü


Bu hafta oynanan Ankaragücü-Bursaspor maçının anlam ve önemine bir kez daha işaret etmek için daha önce http://www.mackeyfi.com/ 'da yazdığım yazıyı burada da yayınlamak istedim. Aslında çoğumuzun bildiği bir hikaye...

Taraftarlar kanlı bıçaklı olmasın, farklı takım taraftarları birlikte maç seyretsin deriz ya hep, işte bundan da ötesi yaşanıyor Bursaspor ve Ankaragücü tribünlerinde, hem de istinasız her maçta.

Bursaspor tribünlerininin hakimlerinden biri malumunuz Texas grubudur. Texas grubunun çok sevilen sayılan üyelerinden biridir ”Abdül abi”. Tribün jargonunu bilir, her maç delicesine Bursaspor’u destekler. Ama kaderin cilvesi Ankara’da bir üniversiteyi kazanır. Pılıyı pırtıyı toplar Ankara’ya taşınır. Tribünlerdeki heyecan ve futbol sevgisi öylesine içine işlemiştir ki Ankara’da da rahat duramaz. Üniversitedeki arkadaşlarıyla birlikte Ankaragücü maçlarına gitmeye başlar. Kısa zamanda Ankaragücü tribünlerinde de sevilen bir kişi olmayı başarır. Bursasporlu olduğunu, Texas grubundan olduğunu bilir ama sorun etmez Ankaralılar. Aynı Bursaspor taraftarıyken yaptığı gibi kavgalara bile gider Ankaragücü taraftarıyla. Gün gelir üniversiteden mezun olur. Vatani görevini yerine getirme zamanı gelmiştir artık. Asteğmen olur, Mardin’e gider ve malesef geri dönemez. İki şehire de kendi sevdiren “Abdül Abi” şehit olmuştur Mardin’de. Hem de Bursaspor’un sezon açılışından birgün önce… Bütün Bursasporları derin bir üzüntü kaplar. Ertesi gün olacaklar yüreklerine su serpecektir. Evet ertesi gün gelir, Bursaspor sezon açılışı için saha çıkmak üzeredir. Bursaspordan önce sarı lacivert formalı bir grup belirir sahada. Texas grubunun bulunduğu tribünün önüne gelirler ve “Abdül ölmedi kalbimizde yaşıyor” yazılı bir pankart açarlar. “Abdül Abi”nin cenazesine yüzlerce insan gelir Ankara’dan. Ne “Abdül abi” ne de Ankaragücü taraftarlarının bu jesti hiç unutulmaz Bursa’da.

Her Bursaspor maçının 6. dakikasında duyduğumuz “Ankaragücü” sesleri ile, her Ankaragücü maçının 16. dakikasında duyduğumuz “Bursa” seslerinin hikayesidir burada anlatılan. Bıkmadan usanmadan yıllardır her maçta söylenir, yaşanır, yaşatılır…

Ve her maç bir kez daha hatırlarız, futbolun asla sadece futbol olmadığını…

30.03.2008

Fransa-İngiltere (1)


Maç başlıyor...

Fransa-İngiltere (2)


Penaltı kullanmak için Ribery topun başında.

Fransa-İngiltere (3)


Goooooooooooolllllll

Yerinde İzledim


"Tatil Zamanı" yazımda bana 6 gün futbol izlettirmezler demiştim ya halt etmişim!
Bay B.'nin çabaları sayesinde Stade de France'da France'da Fransa-İngiltere maçını izleme şansına eriştim.

Champs Elysees'e de yürürken maç biletini nereden alacağımızı kendi kendimize sorduğumuz anda Paris Saint Germen'in "Fenerium"unu gördük:) Hemen içeriye girip Fransa İngiltere maçına bilet almak istediğimizi söyledik ama maalesef sadece kendi takımlarının biletini satıyorlarmış. Neyse ki bize yardımcı oldular da biletimizi alabileceğimiz adresi verdiler. 40'ar avroyu bayıldık, biletleri aldık ya dünyanın en mutlu insanı bendim. Artık sabahları kruvasan yesem de olurdu, kapiçino içsem de.

Maçtan yarım saat önce orda olun dediler. 7'de yola koyulduk. Malum Paris demir ağlarla yer altından örülmüş. 1 saat önce gider stadı gezeriz dedik. E güzel kardeşim yarım saat önce orda olun diyorsun da metroyla stat arasındaki yarım saatlik yürüme mesafesinden ne diye söz etmiyorsun? Stadı gezme hayallerim suya düştü. Maça 20 dakika kala ancak yerime oturabildim.

3 gün Avrupa'ya gittin de yarım saatlik yürüme mesafesinden şikayet eder mi oldun demeyin. Maç maceramın en güzel kısımlarından biriydi. İngilizlerle Fransızların hep birlikte yürüdükleri, tezahüratlar yaptıkları bu bölümde nasıl kimse birbirini ittirmedi, kimse kimseye sataşmadı anlayabilmiş değilim. Adamlar alenen Fransızlara bağırıyor, bunlardan hiç ses seda yok. Bense damarlarımdaki Türk kanıyla İngilizlerden biri Fenerbahçe'ye laf ederse diye tetikte bekliyorum, hemen orada kafa göz dalıcam:) Yiyorsa Kadıköy'de söyle bunları diycem, o derece hazırım olaya:) Kimsenin Fenerbahçe'yle filan ilgilendiği yoktu. Ben kendi kendime boşuna moda girmişim.

Stadın içine girdiğimde hayranlıkla ağzım da hafif açık kalmış bir şekilde etrafımı seyre daldım. Gerçekten çok ihtişamlı bir stat. Tamamen dolmuştu zaten, çok güzeldi.

Şunu gördüm ki Ribery Fransızlar için tam bir halk kahramanı. Topu ayağına her alışında bütün stat inledi. Anelka'yı da seviyorlar ama bizim kadar değil. Ayrıca Fransız Milli Takımı'nın oyuncusu da olsa Paris Saint Germen'de oynamayan Ligue 1 oyuncuları da ıslıklardan ve yuhalamalardan nasiplerini aldılar. Devid Beckham'a gösterilen sevgiye cidden çok şaşırdım. Beckham oyundan çıkarken Fransızlar da İngilizler kadar coşkuyla alkışladılar. Sanırım bu adamda şeytan tüyü var!

Bu Fransızlar işi bilmiyor arkadaş! Hatırlayınca yine sinirlendim. Koca 90 dakika tek bir tezahüratla geçer mi? O tezahürat da en fazla 1 dakika sürüyor. Biz durur muyuz hiç, hemen başladık "Şampiyon Fenerbahçem ne istersen iste benden, İstersen donatalım dört bir yanı bayraklarla lalalalala". Alkışı hak ettik tabi :) Utanmasam ayağa kalkmayan İngiliz olsun diyecektim ama abartmayalım dedim kendi kendime. İnsanlar oturarak maç seyrediyor, ben de Paris kazan ben kepçe dolaştığımdan yorgunluktan gebermişim. Avrupalı gibi izledik maçı ne yapalım:P

Hakem bitiş düdüğünü çaldı. 5 dakika içinde tribünde bir kişi bile kalmadı. Çıkışta kalabalıktan dolayı adım adım yürüdük metroya kadar. Bay B.'nin konuyla ilgili yorumu ilginçti: "Bu kadar güzel sarışın kız, yüzlerce erkeğin arasında nasıl böyle rahatça yürüyebiliyorlar?"

Sonuç: Hayatımın en güzel akşamlarından birini yaşadım. Ah bir de Henry olsaydı...