Tribün dergi sitesinin forumlarında futbol bloglarıyla ilgili bir başlık vardı. Benim blogumdan da söz etmişler forumda. Altına da bayan gözüyle futbol yazmışlar açıklama olarak. Birçok konu gibi futbolun da cinsiyetsiz olduğunu düşünürüm hep. Bülent Timurlenk’in biraz daha feminen bir site yap önerisine bu nedenle çok sıcak bakmadım. Futbol futboldur işte, cinsiyetten bağımsızdır benim gözümde.
Blog yazmak hiç aklımda yoktu. Küçüklüğümden beri sürekli yazıyorum aslında. Ortaokuldayken kız arkadaşlarımın hediye ettiği günlüğe maç yazıları yazarak başladım futbol yazmaya. Her gece yatmadan önce günlük gibi futbol yazdım ben. Keşke atmasaydım o defteri diyorum şimdi. Bay B. ile futbol muhabbeti yaptığımız birgün “Blog yazmalısın sen” demişti. 2-3 yıl önceydi. Neden bilmiyorum pek sıcak yaklamamıştım. Ne zaman ki Aceto’yu gördüm, ondan sonra blog açmaya karar verdim.
Çalıştığım şirketteki 3. veya 4. ayımdı. İş arkadaşlarımla yemekhanede yemek yiyorduk. Her yerde olduğu gibi bizim masamızda da konu dönüp dolaşıp futbola gelmişti. Uzunca bir sure futbol muhabetti yaptık. Eski maçlardan, yenilerden, hakemler konuştuk durduk. Buraya kadar herşey normaldi. Sonra içlerinden biri sen bu kadar şeyi nereden biliyorsun diye sordu. Futbol bir devlet sırrıdır ya ülkemizde, ancak çok özel kişiler bu konuda bilgi sahibi olabilir. Anlamaz gözlerle bakmakla yetindim. Saçma sorulara cevap vermeyi de anlamsız bulurum. Başka bir arkadaşım ofsaytı biliyor musun diye sordu. Diğeri daha insaflıydı; bence tek cümleyle anlatamaz dedi (en azından ofsaytı bilme ihtimalimi düşünmüştü ama tek cümleyle anlatamazdım O’na göre). Hayatım boyunca bu soruya o kadar çok maruz kalmıştım ki artık tek cümleyle, 3 cümleyle isteğe göre ofsayt tarifi yapmakta uzmanlaşmıştım. Ama akıllanmıştım da. Kendimi kime neden ispatlamak zorunda hissediyordum? Soruyu soruyla cevapladım. “Siz ofsaytın ne olduğunu biliyor musunuz” dedim. E heralde biliyorlardı, soruya bak sen! Ne demek istediğimi anladılar mı hala emin değilim.
400 kişilik bir şirkette çalışan tek kadın uçak mühendisiydim. İnsanlar henüz kadın mühendisle çalışmanın şokunu atlatamamışken bir de futbol çıkmıştı piyasaya. Futbol sohbeti yapan kadınları çok itici bulduğunu söyleyenler, benden daha iyi futbol bilen bir kızla hayatta çıkmazdım diyenler, her şeye rağmen kadınlar futboldan anlamaz diyenler bir yana, erkek fatma- delikanlı kız yakıştırmaları havada uçuşuyordu. Kadından mühendis olmazdı. Kadın hangar ortamında çalışamazdı. Kadınlar futbol maçı bile izlememeliydi. Tüm bunları söyleyenler Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden mezun, mühendislik diploması sahibi insanlardı. Olayın eğitim seviyesiyle ne derece ilintili olduğundan ciddi şüphelerim vardı artık. Her sınıftan, her eğitim seviyesinden tüm erkekler aynı görüşteydi. Erkeklerle özdeşleşmiş, erkeklere ait bir dünyada kadınların yeri yoktu.
Blog yazmak hiç aklımda yoktu. Küçüklüğümden beri sürekli yazıyorum aslında. Ortaokuldayken kız arkadaşlarımın hediye ettiği günlüğe maç yazıları yazarak başladım futbol yazmaya. Her gece yatmadan önce günlük gibi futbol yazdım ben. Keşke atmasaydım o defteri diyorum şimdi. Bay B. ile futbol muhabbeti yaptığımız birgün “Blog yazmalısın sen” demişti. 2-3 yıl önceydi. Neden bilmiyorum pek sıcak yaklamamıştım. Ne zaman ki Aceto’yu gördüm, ondan sonra blog açmaya karar verdim.
Aşağıda okuyacağınız yazıyı 8 Mart’ta yazmıştım. Kadın mühendisler platformunda yayınlayacaktık ama ben oraya vermekten vazgeçmiştim.Tribün dergide blogum "bayan gözüyle futbol" diye lanse edilince bu yazıyı arşivimden çıkarayım dedim. İşte kadın gözüyle futbol:
Çalıştığım şirketteki 3. veya 4. ayımdı. İş arkadaşlarımla yemekhanede yemek yiyorduk. Her yerde olduğu gibi bizim masamızda da konu dönüp dolaşıp futbola gelmişti. Uzunca bir sure futbol muhabetti yaptık. Eski maçlardan, yenilerden, hakemler konuştuk durduk. Buraya kadar herşey normaldi. Sonra içlerinden biri sen bu kadar şeyi nereden biliyorsun diye sordu. Futbol bir devlet sırrıdır ya ülkemizde, ancak çok özel kişiler bu konuda bilgi sahibi olabilir. Anlamaz gözlerle bakmakla yetindim. Saçma sorulara cevap vermeyi de anlamsız bulurum. Başka bir arkadaşım ofsaytı biliyor musun diye sordu. Diğeri daha insaflıydı; bence tek cümleyle anlatamaz dedi (en azından ofsaytı bilme ihtimalimi düşünmüştü ama tek cümleyle anlatamazdım O’na göre). Hayatım boyunca bu soruya o kadar çok maruz kalmıştım ki artık tek cümleyle, 3 cümleyle isteğe göre ofsayt tarifi yapmakta uzmanlaşmıştım. Ama akıllanmıştım da. Kendimi kime neden ispatlamak zorunda hissediyordum? Soruyu soruyla cevapladım. “Siz ofsaytın ne olduğunu biliyor musunuz” dedim. E heralde biliyorlardı, soruya bak sen! Ne demek istediğimi anladılar mı hala emin değilim.
400 kişilik bir şirkette çalışan tek kadın uçak mühendisiydim. İnsanlar henüz kadın mühendisle çalışmanın şokunu atlatamamışken bir de futbol çıkmıştı piyasaya. Futbol sohbeti yapan kadınları çok itici bulduğunu söyleyenler, benden daha iyi futbol bilen bir kızla hayatta çıkmazdım diyenler, her şeye rağmen kadınlar futboldan anlamaz diyenler bir yana, erkek fatma- delikanlı kız yakıştırmaları havada uçuşuyordu. Kadından mühendis olmazdı. Kadın hangar ortamında çalışamazdı. Kadınlar futbol maçı bile izlememeliydi. Tüm bunları söyleyenler Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden mezun, mühendislik diploması sahibi insanlardı. Olayın eğitim seviyesiyle ne derece ilintili olduğundan ciddi şüphelerim vardı artık. Her sınıftan, her eğitim seviyesinden tüm erkekler aynı görüşteydi. Erkeklerle özdeşleşmiş, erkeklere ait bir dünyada kadınların yeri yoktu.
Futbol sadece bir oyun değildi benim için. Büyüdükten ve farkındalıklarım arttıktan sonra bir başkaldırıya dönüşmüştü. Futbol izlediğim için televizyondan uzak tutulduğum, garipsendiğim bir toplumda bana dayatılanı değil kendi istediğimi yapmayı ilk bu oyunla öğrendim. 12-13 yaşlarındaydım, kimseye kulak asmamıştım, futbolu izlemeye/okumaya/oynamaya devam etmiştim. Belki de bu yüzden daha bir sıkı sarılıyorum futbola. Herşeyin üzerinde tutuyorum onu.
Türkiye’de kendini futbol konusunda ispatlamış ve ülkenin en iyi futbol bilen kadınlarından Banu Kılıçoğlu Yelkovan’la konuştum geçen gün. (Yaşasın facebook!) Söyledikleri anlamlıydı:
“İnsanlar tabii ki benim futboldan anlayıp anlamadığımı sorguluyorlar ama ben artık ofsayt aşamasını geçtim, onu pek soran yok.. en sinir olduğum şey "anlamak" fiili.. kadınlar futboldan anlamaz diyorlar ya, işte ona ifrit oluyorum... hayır oraya başka bir fiil koysalar, kadınlar futbolu sevmez, kadınlar futbolla ilgilenmez vs o kadar batmayacak (gerçi genelleme olduğu için yine batar ya, neyse)... ama kadınlar futboldan ANLAMAZ çok absürd geliyor bana.. erkekler futbolu kendi tekellerinde tutmak için çok girift bir şeymiş, çok derinlikliymiş, aman bizim görmediğimiz neler oluyormuş gibi yansıtmaya çalışıyorlar, ciddi suratlarla oturup tartışıyorlar falan ama olmuyor işte... :)))”
Futbol bu dünyadaki en basit oyun olduğu için bu kadar çok seviliyor. Hatta gün geçtikçe teknik anlamda daha da basitleştiriliyor. Bir yandan da gün geçtikçe karmaşıkmış gibi gösterilmeye çalışılması işin ilginç yanı. Kadın beyni bu karmaşanın altından kalkamaz, öyle değil mi?
Az once erkek arkadaşım aradı. "Akşam arkadaşlar bizi dışarı çağırıyor", diyor.
-Kusura bakma aşkım, akşam Fener’in maçı var. Ben maçtan sonra size katılırım.
“İnsanlar tabii ki benim futboldan anlayıp anlamadığımı sorguluyorlar ama ben artık ofsayt aşamasını geçtim, onu pek soran yok.. en sinir olduğum şey "anlamak" fiili.. kadınlar futboldan anlamaz diyorlar ya, işte ona ifrit oluyorum... hayır oraya başka bir fiil koysalar, kadınlar futbolu sevmez, kadınlar futbolla ilgilenmez vs o kadar batmayacak (gerçi genelleme olduğu için yine batar ya, neyse)... ama kadınlar futboldan ANLAMAZ çok absürd geliyor bana.. erkekler futbolu kendi tekellerinde tutmak için çok girift bir şeymiş, çok derinlikliymiş, aman bizim görmediğimiz neler oluyormuş gibi yansıtmaya çalışıyorlar, ciddi suratlarla oturup tartışıyorlar falan ama olmuyor işte... :)))”
Futbol bu dünyadaki en basit oyun olduğu için bu kadar çok seviliyor. Hatta gün geçtikçe teknik anlamda daha da basitleştiriliyor. Bir yandan da gün geçtikçe karmaşıkmış gibi gösterilmeye çalışılması işin ilginç yanı. Kadın beyni bu karmaşanın altından kalkamaz, öyle değil mi?
Az once erkek arkadaşım aradı. "Akşam arkadaşlar bizi dışarı çağırıyor", diyor.
-Kusura bakma aşkım, akşam Fener’in maçı var. Ben maçtan sonra size katılırım.
4 yorum:
Şu anda yaşadığım ülkede ben size söylenenleri bir başkasına söylesem herhalde herkes bana gülerdi.
burdaki sorun her ailede babadan oğula geçen "kadınlar birşeyden anlamaz" mantığı. bu sadece kadınların genel olarak futbolla fazla ilgilenmemesinden çok daha ciddi bir faktör. burada salon futbolu oynarken erkekler ve kızlar birlikte oynuyor. erkeklerden çok daha iyi oynayan birçok da kız var. burada zaten hiçbir şeyi kadın/erkek diye ayırmanıza başta kanunlar izin vermiyor. bizim ülkemizde de önce aile, sonra devletin bu ayrıma son verme konusunda birşeyler yapması lazım bu mantıktan kurtulmamız için.
Bu arada sayfanın köşesinde Robert Frost'un iki dizesini gördüm. Orijinalinden çevirisi tam doğru olmamış olmakla beraber, ingilizcesi bizim bildiğimiz türden bir kafiye içeren harikulade bir şiirdir... bu hareketlerin devamını bekliyoruz :)
Türkiye'deki kadın/erkek ayrımı ile söylediklerinizde tamamen haklısınız. kadınlar anlamaz mantığı her yerde her zihinde mevcut.
Robert Frost'un dizelerini bir romanda görüp bloguma koymuştum. İngilizcesini gönderirseniz ya da doğru çevrisini, onu da koyarım.
şimdiden teşekkürler
İngiliz edebiyatı öğrencisi olarak topa müdahale etmem gerekirse, bu şiir Türkçe'ye "Ormanda iki yol belirdi önümde ve ben
Daha az yürünmüş olanı seçtim,
Bütün fark buradaydı işte.." şeklinde çevrilmiştir..
Başka türlü çevirileri de olmuştur..misal, "bir ormanda yol ikiye ayrıldı, ve ben –
ben gittim daha az geçilmişinden,
ve bütün farkı yaratan bu oldu işte."
ve bi de şu vardır, "çatallanıyordu yol bir koruda ve ben - -
ben saptım birine azdır diye oradan geçen,
işte bütün ayrımı yapan bu oldu."
Gavurcası da şöyledir:" two roads diverged in a wood, and i--
i took the one less traveled by,
and that has made all the difference."
Şiirde birebir aynı duyguyu vermek zordur..hele ki kafiyeyi de oturtarak yapmak çok daha zordur..hangisini beğendiyseniz, onu kullanırsınız..kabullenirsiniz..
şiirde çeviriyi ben de sevmiyorum. türkçe bir bloga ingilizce yazılar koymak da hoşuma gitmiyor. bu durumda belki ingilizce yazmak daha mantıklı olacak.
ingilizcesini okuyunca benim versiyonun pek düzgün olmadığını farkettim. zaten son mısra pek uymadığı için yazmamıştım:)
ingilizcem de kötü zaten. ortega ve civilator'ın seviyesine gelmem için 20 fırın ekmek yemem lazım...
Yorum Gönder